Türkiye Cumhuriyeti'nin
kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı (Selanik 1881-İstanbul 1938). Gümrük kolcusu Ali
Rıza Bey ile Zübeyde Hanım'ın oğlu olan Mustafa Kemal Kemal Atatürk,
ilköğrenimine Selanik'te başlayıp, babasının ölümü (1893) üstüne annesi ve
kızkardeşiyle bir süre dayısının kâhyalık yaptığı Çalı çiftliğinde (Langaza,
Selanik yakını) yaşadı. Öğrenimini sürdürebilmek için yeniden Selanik'e
anneannesi ve teyzesinin yanına gönderilip, askerî rüştiyeyi (1895), Manastır
Askerî İdadisi'ni (1898) bitirdi. İstanbul'a gelerek Harbiye'ye girdi (1899). Bu
arada Harbiye'den tanıdığı Ali Fuat Cebesoy ve iki subay arkadaşıyla birlikte
padişahı eleştirdikleri ve yasak kitapları okudukları gerekçesiyle tutuklanıp,
Yıldız Sarayı'nda bir süre sorguya çekildiyse de, bağışlandı. Harbiye'yi kurmay
yüzbaşı rütbesiyle bitirip (1905), Şam'daki 5. Ordu'ya atandı (1905 Şubatı).
Şam'da tanıştığı Mustafa Cantekin ve Müfit Özdeş adlı arkadaşlarıyla birlikte,
Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'ni kurup (1906), cemiyetin Yafa, Kudüs ve Beyrut
şubelerinin örgütlenmesinde rol oynadı. Cemiyetin şubesini kurmak için
Selanik'e gidip, yeniden Şam'a dönerek, Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'nin İttihat
ve Terakki ile birleşmesi (1907) ardından, Manastır'daki 3. Ordu'ya atandı.
İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdiyse de, cemiyetin kurucularıyla pek
anlaşamadı. Bu arada İttihat ve Terakki, 1786 Anayasası'nın geri getirilmesini
isteyen bir bildiri yayınladı ve İstanbul hükümetinin Rumeli'ye yolladığı
birliklerin İttihatçılarla birleşmesi üstüne, İkinciMeşrutiyet ilan edildi
(1908). Meşrutiyetin ilanını köklü reformların izlemesi ve ordunun siyaset dışı
kalması gerektiğini öne sürdüğü için İttihat ve Terakki'yle arası açılan Mustafa
Kemal, Rauf (Orbay), Kâzım Karabekir, Fethi (Okyar), İsmet (İnönü), Refet
(Bele), Ali Fuat (Cebesoy) beyler gibi subaylarla muhalif bir grup oluşturdu. Bu
arada Bingazi ve Trablusgarp'ta patlak veren ayaklanmaları bastırmakla
görevlendirilip, görevini kan dökmeden tamamlayarak, Selanik'e döndü. 31 Mart Olayı
patlak verince İstanbul'a yürüyen Hareket Ordusu'nun (bu adı kendisi vermiştir)
Yeşilköy'e kadar kurmay başkanlığını yapıp, Selanik'e dönerek, İttihat ve
Terakki Büyük Kongresi'ne Trablus delegesi olarak katıldı (22 Eylül 1909).
Ordunun siyaset dışı kalması gerektiği görüşünü tekrarladığı için, İttihat ve
Terakki Cemiyeti tarafından tehlikeli kişi sayılmaya başlanarak, iki kez
öldürülmek istenmesi üstüne bir süre siyasal etkinliklerine ara verdi.
1911'de İstanbul'da Erkânı Harbiyei Umumiye Nezareti'nde görevlendirilip,
aynı yıl başlayan Trablusgarp
Savaşı'na gönüllü olarak katılarak, Tobruk ve Derne'de başarıyla
savaştı; Binbaşılığa yükseltilip, ertesi yıl (1912) Balkan Savaşı
başlayınca, Bolayır'daki kolorduya atandı ve Edirne'nin geri alınması harekâtına
katıldı. Sofya Askerî ateşeliğine getirilip (1913), bir yıl sonra yarbaylığa
yükseldi.
>Birinci Dünya
Savaşı başlayınca, İttihat ve Terakki hükümetinin, yazılı uyarılarına
karşın Almanya'nın yanında savaşa görmesinden sonra, Tekirdağ'daki 19. Tümen
komutanlığına getirildi. Gelibolu yarımadasına çıkmaya başlayan İtilâf
Devletleri birliklerine karşı Anafartalar, Conkbayırı ve öteki cephelerde önemli
muharebeler verdi. Hastalandığı için İstanbul'a dönüp, rütbesi albaylığa
yükseltildi (1915).
1916'da Edirne'de 16. Kolordu komutanlığına, hemen ardındanda livalığa
yükseltilerek Doğu'da bir başka kolorduya atandı; Diyarbakır'da Kâzım Karabekir
Paşa'yla birlikte, yeni kurulmakta olan 2. Ordu'yla Muş ve Bitlis'i düşman
işgalinden kurtarıp (6-7 Ağustos 1916), ertesi yıl 2. Ordu'nun komutanlığına
getirildi (18 Mart 1917), Falkenhayn komutasında kurulan Yıldırım Orduları grubu
içindeki 7. Ordu komutanlığına atandıysa da, askerî stratejiyle ilişkin görüş
ayrılıkları nedeniyle istifa ederek İstanbul'a döndü (1917 Ekimi) ve genel
karargâh emrine alındı. Alman imparatorunun davet ettiği Veliaht Vahdettin
efendiyle birlikte Almanya'ya gidip, yolculuk boyunca veliahta savaşın
kaçınılmaz sonuçlarını anlattı. Vahdettin tahta çıkınca 7. Ordu komutanlığına ve
padişahın fahri yaverliğine getirilip (1918), cephenin İngiliz saldırısı
karşısında çökmesi ve Almanya'nın ateşkes istemesi üstüne, padişaha bir telgraf
çekerek, Talat Paşa hükümetinin yerine kurulan yeni
hükümetin, hemen Osmanlı devletinin müttefiklerinden ayrı bir barış antlaşması
imzalamasını, elde kalan kuvvetlerin Anadolu'ya çekilerek ulusal direnişe
geçilmesini istedi. Ahmet İzzet Paşa'nın sadrazamlığa getirilmesi ve Rauf Bey
ile Fethi Bey'in de görev aldığı yeni hükümetin Mondros ateşkesini
imzalamasından (30 Ekim 1918) sonra, Liman Von Sanders'in ayrılmasıyla Yıldırım
Orduları grubu komutanlığına getirildi.
İngilizlerin müdahalesiyle Yıldırım Orduları grubu dağıtılınca, İtilâf
Devletleri birliklerinin İstanbul'u işgal ettikleri (13 Kasım 1918) günlerde
İstanbul'a dönüp, Anadolu'ya geçme olanaklarını araştırmaya başladı.
İngilizlerin Samsun dolaylaındaki Rum çeteleri ile Türkler arasındaki
çatışmaların önüne geçilmesini istemeleri üstüne, çok geniş yetkilerle 9. Ordu
müfettişliğine atanmasıyla beklediği fırsatı bulup (o sırada Yunanlılar İzmir'e
asker çıkardılar), 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak bastı. İlk iş olarak askerî
alanda, Anadolu ve Trakya'da ayakta kalmış birliklerle, siyasa l alandaysa
Müdafaayı Hukuk ve Reddi İlhak gruplarıyla ilişki kurdu; İstanbul'un kendisine
verdiği görev bu grupları dağıtmak olduğu halde, aralarındaki bağları
pekiştirmek ve Kuvayı Milliye adı altında kurulmakta olan silahlı halk
kuvvetleriyle ilişkiye geçmek için çaba gösterdi. Havza'ya, ardından da
Amasya'ya geçerek çalışmalarını sürdürdü. 3 Temmuz'da Vilayatı Şarkiye Müdafaayı
Hukuki Milliye Cemiyeti'nin kongresine katılmak için Erzurum'a gidip, İstanbul
hükümetinin durumdan kuşkulanarak geri dönmesini bir telgrafla bildirmesi (7
Temmuz 1919) üstüne, görevinden ve askerlikten istifa ettiğini bildirdi. 23
Temmuz-7 Ağustos arasındak Erzurum
Kongresi 'nde seçilen temsilciler kurulunun başkanlığına getirildi ve
alınan kararları bir bildiriyle açıkladı.Sivas Kongresi'nde
(4 Eylül 1919) Erzurum Kongresi'nin kararlarının onaylanmasından sonra, istifa
etmek zorunda kalan Damat Ferit hükümetinin yerine kurulan Ali Rıza Paşa
hükümetinin temsilciler kuruluyla (Heyeti Temsiliye) görüşmeler yapmak için
gönderdiği Salih Paşa'yla Amasya'da görüşerek (20-22 Ekim 1919), Amasya
Protokollerini imzaladı. Erzurum milletvekilliğine seçildiği (7 Kasım 1919)
halde, 12 Ocak'ta İstanbul'da toplanan Mebusan Meclisi'ne katılmadı (Mustafa
Kemal'in katılmadığı bu son Osmanlı meclisi misakı milli ilkelerini kabul
etti.17 Şubat 1920). Bu arada Damat Ferit Paşa yeniden sadrazamlığa getirilip,
Anadolu'daki ulusal hareketi "isyan", bu hareketi yönetenleri de "eşkıya" diye
niteleyerek, "hilafet ordusu" adı altında toplanan birlikleri Mustafa Kemal
Paşa'ya bağlı kuvvetlerle savaşmak için Anadolu'ya gönderdi. Bu durum karşısında
Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920'de Ankara'da ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne
toplayıp, meclisin seçtiği 11 kişilik icra vekilleri heyetinin başkanlığına
getirildi (24 Nisan 1920).
Birinci Büyük Millet Meclisi döneminde Mustafa Kemal en çok, savaşın
yönetimine ilişkin sorunlarla ilgilendi. Bir yandan düşmana karşı çarpışılırken,
öte yandan Çerkez Ethem gibi çetecilerin disiplin dışı davranışlarıyla uğraşmak
zorunda kaldı. Doğu cephesindeki savaşlar Kâzım Karabekir Paşa tarafından
yürütülürken, Batı Anadolu'da verilen savaşların yönetimini Mustafa Kemal Paşa
üzerine aldı. Bir yıldır İzmir ve çevresini ellerinde bulunduran Yunanlılar 22
Haziran 1920'de, Osmanlı hükümetine Müttefikler tarafından önerilen barış
antlaşmasını kabul ettirmek amacıyla ileri harekâta geçmeleri üstüne, bu
ilerleyişten ürken İstanbul hükümeti, 10 Ağustos 1920'de Sevr Antlaşması'nı
imzaladı. Ankara hükümetinin bu antlaşmayı tanımadığını açıklamasının
ardından, Garp Cephesi komutanlığına getirilen Albay İsmet (İnönü) Bey,Birinci İnönü
Savaşı'nda (10 Ocak 1921), Yunanlıları geri çekilmek zorunda bıraktı.
Savaş yeniden başladıysa da,İkinci İnönü Savaşı
(1 Nisan 1921) da Yunanlıların yenilgisiyle sonuçlandı. 10 Temmuz'da Yunanlılar
bir genel saldırıya geçince, Garp Cephesi karargâhına giderek, İsmet Paşa'ya,
orduyu Sakarya'nın doğusuna geçirme buyruğunu verdi ve komutayı üstüne aldı.
Ardından, olağanüstü yetkilerle, Büyük Millet Meclisi orduları başkomutanlığına
getirildi. Yunan ordusunun 23 Ağustos'ta yeniden başlattığı genel saldırıya
karşı, aralıksız 22 gün 22 gece süren çetin savaşta (Sakarya Meydan
Savaşı) cepheyi bizzat yönetip, Sakarya'nın doğusundaki bütün Yunan
birliklerinin yokedilmesini sağladı. 19 Eylül'de Büyük Millet Meclisi tarafından
müşirliğe (mareşal) yükseltildi ve "gazi" unvanı verildi.
Sakarya Meydan Savaşı'ndan sonra Eskişehir-Kütahya-Afyon'un doğusundan geçen
bir hatta güçlü biçimde mevzilenen Yunan ordusunu kesin yenilgiye uğratmayı
tasarlayan Mustafa Kemal 26 Ağustos 1922 sabahı "Ordular ilk hedefiniz
Akdeniz'dir ileri!" komutuyla Büyük Taarruz'u başlattı ve ilk Türk birliklerinin
9 Eylül'de İzmir'e girmeleriyle, üç buçuk yıldır işgal altındaki Anadolu toprağı
düşmandan kurtulmuş oldu.
Bu arada Uşakizade Latife Hanım'la tanışarak evlenen (29 Ocak 1923; bu
evlilik 6 Ağustos 1925'te anlaşmazlık nedeniyle boşanmayla sonuçlandı) Mustafa
Kemal, Mudanya Mütarekesi'nin (11 Ekim 1922) imzalanması, Vahdettin'in
Türkiye'den kaçması (17 Kasım 1922), Lozan Antlaşması'nın (24 Temmuz 1923)
imzalanması, İtilâf Devletleri'nin İstanbul'u boşaltmaları (2 Ekim 1923),
Ankara'nın başkent olması ve Halk Fırkası'nın kurulmasının ardından, 29 Ekim
1923'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin cumhuriyeti ilan etmesiyle,
cumhurbaşkanı seçildi.
Sonra toplumsal devrimlere girişip, ülkeyi çağdaş uygarlık düzeyine
yaklaştırmayı gerçekleştirdi. 26 Kasım 1934'te TBMM, çıkardığı özel bir yasayla,
Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadını verdi.
Dış siyasette "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesini benimseyen Atatürk,
Türkiye'nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü, dostluk antlaşmaları, bölgesel
paktlarla güvence altına aldı (Balkan Paktı, 1934; Sadabat Paktı, 1937),
Montreux Antlaşması'yla (20 Temmuz 1936) Boğazların yeniden Türk savunma sistemi
içine alınmasını, Fransızlara bırakılan Hatay'ın ankara Antlaşması'yla anavatana
katılmasını (7 Temmuz 1939) sağlayıp, yakalandığı siroz hastalığının hızla
ilerlemesiyle 10 Kasım 1938'de İstanbul'da Dolmabahçe sarayında öldü. Naaşı
İstanbul'dan Ankara'ya taşınarak önce Etnografya müzesindeki geçici kabine
konuldu (21 Kasım 1938); ölümünün on beşinci yılında da, büyük bir törenle
Anıtkabir'e aktarıldı (10 Kasım 1953).